der. Tanıl Bora Tren Bir Hayattır İletişim Yayınları, 2012, 328 s. |
İletişim Yayınları’nın “Memleket Kitapları” isimli dizisine, bu yıl içinde dikkate değer sayıda kitap eklendi. Daha önceki iki kitabın yaklaşık bir yıllık bir arayla yayımlandıkları göz önünde bulundurulursa (Antep: “Ta Ezelden Taşkındır...”, Haziran 2011 – Mardin’de Kültürlerarasılık, Temmuz 2010), Kemal Varol’un derlediği Memleket Garları isimli derlemenin içinde bulunduğumuz yılın mart ayında çıkması belki şaşırtıcı değildi ancak hemen ardından Ayfer Tunç’un Memleket Hikâyeleri ve Tanıl Bora’nın derlediği Tren Bir Hayattır’ın yayımlanması ilgi çekici oldu. (Hatta bu yazının yazıldığı sırada, yine bu dizi kapsamında Uğur Biryol’un derlediği “Karardı Karadeniz” kitabının da yayımlanacağı haberi geldi.) Demek Memleket Garları, aslında, bu yıl için dizinin verimli bir “hareket noktası”ymış!
Belki öncelikle Memleket Garları’nı hatırlatmalıyız. Kemal Varol’un derlediği kitap, tam da “Haydarpaşa emekli oluyor!”, “Haydarpaşa’dan son sefer” gibi başlıklara sahip haberleri okuduğumuz günlerde yayımlanmıştı; üstelik Haydarpaşa Garı’yla açılıyordu. Haydarpaşa ve Sirkeci garlarını bir arada değerlendiren –kitabın ilk– yazısında Yonca Kösebay Erkan, söz konusu garlara ilişkin tarihçenin ve hatta teknik bilgilerin ardından kaçınılmaz olarak Marmaray Projesi’ne de değinmişti: ”2004 yılında aktifleşen Marmaray Projesi, 1860 yılında Perault tarafından ortaya atılan, iki kıta arasındaki demiryolu ulaşımının bağlanması fikrine dayanıyor. Buna göre Söğütlüçeşme’den toprak altına girmeye başlayan hat, Kazlıçeşme civarında toprak üstüne çıkarak kesintisiz demiryolu ulaşımını sağlayacaktır. (...) Ancak bu proje, Sirkeci ve Haydarpaşa garlarının ilk kez birlikte anılmasını sağlamıştır. Çünkü Boğaz’ın kenarında konumlanan her iki istasyon da batırma tünele erişim sağlanabilmesi için işlevsiz bırakılmaktadır. Teknoloji bağımlısı bir sistem olarak demiryolu alanlarının değişmesi-dönüşmesi kaçınılmazdır. Sirkeci ve Haydarpaşa garlarının çevresel ölçekte en önemli özelliklerinden biri yüzyılı aşan bir süredir çok sayıda insan tarafından kullanılan, gündelik hayatın parçası olmuş birer yapı olmalarıdır. Günümüzde halen kullanılmakta olmaları, onları kentsel kültürel peyzajın en önemli unsurlarından biri kılıyor. Bu tür çok katmanlı kentsel alanların, geçmişin verileriyle geleceğe taşınması, evrensel koruma ölçütlerinin temel amacıdır.” Bütün görkemiyle karşımızda duran Haydarpaşa Garı’nın kuşkusuz hep ön plana çıktığını ama aynı durumun hat boyunca diğer istasyonlar için de geçerli olduğunu hatırlatmıştık burada. Bu anlamda Yonca Kösebay Erkan’ın son cümlelerini de aktarmıştık: “Koruma terminolojisinde ‘kendi kendini koruyan yapılar’dan söz edilir. Bunlar herhangi yasal bir düzenleme olmaksızın ayakta kalmayı başarabilmiş yapılardır. Sirkeci ve Haydarpaşa garları da bu tür yapılardır. Arzulanan; günümüzün acil ihtiyaçlarının geleceğe ipotek koymamasıdır. Bir başka deyişle, tren düdüklerinin yerin altında değil, kentin kalbinde duyulmaya devam etmesidir.” Sonuç olarak; Behçet Çelik, Ahmet Büke, Feridun Andaç, Enver Sezgin gibi isimlerin de katkıda bulunduğu Memleket Garları kitabı, yayımlandığı tarih bakımından “manidar” bir kitap olarak nitelendirilebilir.
Tren Bir Hayattır’dan önce Memleket Garları’nı hatırlatmamızın sebebi ise, elbette, bu iki kitabın birbirini takip eden çalışmalar olması... Tanıl Bora da, Tren Bir Hayattır için kaleme aldığı sunuşta öncelikle bu birlikteliğe değinmiş: “Bir ‘tren kitabı’ derlemeyi, Kemal Varol’la tasarlamıştık. Konuları akletmeye, yazarlardan istekte bulunmaya başladık, ilerledik, derken bir baktık ki garları konu alan yazılar epey bir yekûn oluşturuyor. Bunu fark edince, diğer tren yazıları bekleyedursun, ‘gar kitabının’ bağımsızlığını ilan etmeye karar verdik. Gar müdürlüğünü Kemal Varol’un üstlendiği Memleket Garları kitabı böyle doğdu. Elinizdeki kitapta bir araya gelen diğer tren yazılarının hareket memurluğunu da ben üstlendim.” Bora’nın hareket memurluğunda, kitapta farklı bakış açılarıyla trenlere dair yazıları bulunan diğer isimler ise şöyle: Alper Araz, Tolga Arvas, Mehmet Atlı, Yüsri Atlı, Suavi Aydın, Orhan Berent, Aksu Bora, Zafer Boyar, Faruk Duman, Yonca Kösebay Erkan, Kıvanç Koçak, Murat Meriç, Tuğrul Paşaoğlu, Ali Can Sekmeç ve Yavuz Yıldırım.
Son sözü yine Tanıl Bora’ya bırakabiliriz; İletişim Yayınları’nın “Memleket Kitapları” dizisini de şu cümlelerle tanımlıyor Bora: “Memleket Kitapları dizisinde, milliyetçilikten farklı bir memleketçilik ilgisini okşamak istiyoruz. Memleket ilgisinden anladığımız, milliyetçilik hamasetinden farklı bir insanî teferruat sevgisi, doğal ve beşerî coğrafyanın seyrinden duyulan zevkle ilgili bir sevgidir.”
Thomas Mann Aldanan Kadın çev. Esen Tezel Can Yayınları, 2012, 92 s. |
Aldanan Kadın, Thomas Mann’ın ölmeden önce tamamladığı son öyküsü, daha doğrusu uzun öyküsü.
“Yüzyılımızın yirmili yıllarında Düsseldorf am Rhein’da, on yılı aşkın bir süredir dul olan Frau Rosalie von Tümmler, kızı Anna ve oğlu Eduard’la birlikte, bolluk içinde olmasa da rahat şartlarda yaşıyordu.” Bu sakin yaşam, Rosalie’nin oğluna İngilizce dersi vermek için eve gelen genç Amerikalıyla birlikte değişim göstermeye başlar; bu genç, Rosalie’yi çok etkilemiştir. Önce kendine bile itiraf etmekten çekindiği duyguları, konuşmalarına ve hareketlerine farkına varmaksızın yansıyınca ilk tepkiyi çocuklarından alır. “Anna’nın gördükleri doğruydu: Rosalie tatlı tatlı kendini oğlunun genç öğretmenine kaptırmaya, hem de bu ilginin süratli gelişimine hiçbir direnç göstermeksizin, belki de bunun doğru dürüst farkında bile olmaksızın, her halükârda onu gizli tutmak için özel bir çaba sarf etmeksizin kaptırmaya başlamıştı.” Ancak Rosalie, ne pahasına olursa olsun, doğanın kendisine bahşettiğine inandığı bu aşkın peşinden gitmeye kararlıdır.
Thomas Mann’ın dikkatli takipçileri Aldanan Kadın’ın yazarın erken dönem eserlerinden Venedik’te Ölüm’le olan paralleliğini de fark edeceklerdir.
Orhan Veli Hoşgör Köftecisi YKY, 2012, 58 s. |
Burada tanıtmak üzere biraz geciktiğimiz bir kitap Hoşgör Köftecisi. Gecikmekle birlikte, şair Orhan Veli’nin hikâyeci olarak karşımıza çıktığı bu kitaptan söz etmemiş olmayalım! Orhan Veli’nin hikâyeleri, 1947-1950 yılları arasında Tanin gazetesi ile Seçilmiş Hikâyeler ve Yaprak dergilerinde yazarın sağlığında, William Saroyan'dan “serbest” olarak çevirdiği hikâyesi ise ölümünden sonra Vatan gazetesinde (1952) yayımlanmış. Aslında daha önce çeşitli derlemelerde yer almıştı bu hikâyeler fakat şimdi ilk kez ayrı bir kitapta bir araya getirilmiş oluyorlar.
Üstelik kitaba, Orhan Veli’nin edebiyat hakkındaki ilginç bir konuşması da eklenmiş. Örneğin bir soruya şöyle yanıt vermiş: “Ben sanatla edebiyatı birbirinden ayırıyorum ve şiiri sanata sokuyorum. Roman, hikâye ve tiyatro edebiyat çerçevesi içine giriyor. Fikir sanatta yer alamıyor. Ama, edebiyat fikre dayanıyor. Bu itibarla edebiyatın halk kitlelerine bir şeyler söylemesi lazım. Okur-yazarları halka doğru götüren bir edebiyat isterim. Yani edebiyatın çoğunluğa hitap etmesini istiyorum. Çoğunluk okuyup anlamalıdır. Anlayabilmesi için de edebiyatta kendi meselelerinden bahsedilmesi lazım…”